11 Şubat 2014 Salı

İNANDIĞIMIZ GİBİMİ YAŞIYORUZ?YOKSA YAŞADIĞIMIZ GİBİMİ İNANIYORUZ?




İnandığımız Gibimi Yaşıyoruz? Yoksa Yaşadığımız Gibimi? İnanıyoruz?

Beni tanıyanlar bu yazıyı neden yazdığımı ilişkilendirebilecek çoğunuz bu yazıyı okurken ilişki kurmaya çalışacak yada ne alakası var bunların günümüzle diye hayıflanacaksınız.

Yine bir yerlere konuyu oturtmaya çalışacaksınız. Şunu kesin biliyor olmamız gerekir ki; İslam bir dindir. Bu dini var eden de Allah Teâlâ’dır. İslam asla bir kültür hareketi, bir devlet sistemi, bir ekol ve benzeri şeylerle ifade edilemez.

Bunu hepimiz bilir, itiraf ederiz ama menfaatlerimiz gereği (makam, mevki, şan, şöhret, vb.) bir anda unuturuz. Bu uğurda dini inançları ve ilahi emirleri yaşamakta zaman zaman sendeleriz.

Peki bu bilgimizin bizi götüreceği adres neresidir? İslam’ın bir evrensel kültür ve benzeri bir birikim olmasıyla Allah’ın dini olması arasında bizim izleyeceğimiz fark nedir? Benim düşüncem doğudan batıya her yerde aynıdır. Bu güne kadarda böyle düşündüm ve böyle söyledim.

İslam, Allah’ın dini olduğu için, onun üzerinde tek söz sahibi de Allah Teâlâ’dır. Bir tek kelimelik bir ilave veya eksiltme hiçbir şekilde mümkün değildir.

Mümkünde olmayacaktır. Din kimsenin tekelinde geliştirilip uygulanan sonrasında da Allaha ulaşılan bir yol kesinlikle değildir. Hele hele bir yerlere gelmek için kullanılacak bir araç hiç değildir.

Ama günümüzde din ve dini inançlar bir yerlere ulaşmada aracı olarak kullanılmaktadır. Öyle ki haram bile kılıflar giydirilerek helal gösterilmeye çalışılmaktadır.

Hatırlanacağı üzere önceki dinlerin mensupları bir iki kelime ilave etmek veya çıkarmak gibi bir hatayı irtikâp edince ellerindeki din kaldırıldı. Zira Allah’ın dini bir tek kelimelik ilave bile kaldırmaz. Nelere inanılması gerektiği, nelerin yapılıp yapılamayacağı birinci maddeden son maddeye kadar Allah Teâlâ tarafından Peygamberi Muhammed aleyhisselama öğretilmiş, o da bize tebliğ etmiştir.

Müçtehitlerin ve âlimlerin onca söz hürriyetlerine hatta söz söylemeye teşvik edilmelerine rağmen bir tek cümlelik ilaveleri olmamıştır, Onların onca birikimi, kütüphaneleri dolduran eserleri sadece ‘söylenmiş olanı daha iyi izah etmeye yönelik gayretler’ dışında bir şey değildir. Kulların vazifesi onlara söylenmiş olanı anlamaya çalışmak, anladıklarının gereği ile de yaşamak olmalıdır.

Tek bir satırında dahi tereddüdümüz olmayan Kur’an, Allah Teâlâ’dan indiği günkü gibi berrak bir görüntü ile önümüzdedir. Kur’an’a müracaat edildiğinde yoruma gerek bırakmayacak şekilde maksat anlaşılır. İkinci derecede de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hadisleri bizim için İslam’ın ne olduğunu beyan eden resmi bilgilerdir. Sahih ve sarih olan bütün hadisler bu maksadı tahakkuk ettirir.

Bu değerlendirmenin ardından şu bilgiyi net bir şekilde dillendirmek istiyorum; Neye göre ve nasıl yaşıyoruz? Kişisel menfaatlerimiz için inançlarımızdan ne kadar ödün veriyoruz? Bir yerlere gelebilmek için kaç taklalar atıyoruz?

Geldiğimiz makamlarda ne kadar adil oluyoruz? Kişisel hırs ve hasetlerimiz yüzünden ne kadar insanın canını yakıyoruz? Yada ülke menfaatleri uğruna kendi menfaat ve rahatımızın ne kadarından vaz geçiyoruz? Adil ve adaleti olması gerekenler ne kadar adil ve adaletli oluyor?



İnandığımızı söyleyen bizler haksızlık karşısında ne kadar direniş gösterip mazlumun yanında olabiliyoruz? Haksızlık ve zulüm karşısında susarak DİLSİZ ŞEYTANMI oluyoruz? Yoksa zulmü savunarak ŞEYTANIN AVUKATLIĞINAMI soyunuyoruz?

İnsan eli ile yapılan kanunlar ne kadar bağlayıcı ne kadar adildir? Bağlayıcılığı sadece güçsüze karşımıdır? Kanunda geçen suçlar benim adamım, benim arkadaşım, benim akrabam, eşim dostum ve yandaşım için uygulanamaz mı? denilmektedir? Akabinde ülke kaynaklarını heder ederken yetimin hakkını yan ve yandaşlara peşkeş çekerken bunun ispatlanmasına rağmen makamlar atlatmak mı? inancı yaşamaktır?

Hep söyledim, yönetici olmak iğneli fıçıda durmaktır. Yada Hz. Ömer gibi adil ve adaletli olmak demektir. Oysa ülkemizde öylemi insanlar siyaset, sendikal, inanç vb. nedenlerle saflara ayrışmış durumdadır? İnandığını söyleyenler bile korktuğundan, rahatını düşündüğünden, inandığı gibi düşünüp yaşayamamakta, korkaklığı ve sindirilmişliği bir yaşam şekli olarak içine sindirmektedir.

En moda tabirle “bana değmeyen yılan kıyamete kadar yaşasın” diyenler, aslında inancının gereğini değil, nefsinin dediği gibi yaşamaktadır.

Oysaki Kur’an ve hadisler, iman, ibadet, ahlâk ve Müslüman olmakla ilgili gerekenlerin tamamını ihtiva etmektedir.

Milli şairimiz Mehmet Akif ERSOY bir şiirinde şöyle söylüyordu:

“Biz neyiz? Seyreyle artık, birde fikr et, neymişiz?
Dinde de kürkün aynı olmuş, Ters çevirip giymişiz.
Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı,
Asrin idrakine söyletmeliyiz İslamı”

Aslında hepimiz yaşadığı zamanı, yani; Modern çağı anlamak ve ona göre bir duruş sergilemek zorundayız. Mehmet Akif ERSOY bir şiirinde bu konu ile ilgili bakın ne diyor:

“Geçti mâzi denen o devr-i melâl
Haydi fethet, senindir istikbal

Bugün bizim yapmamız gereken;“İslâm’ı modern çağa beğendirmek için eğip bükmek değil, modern çağı anlamak ve ona onun diliyle cevap vermek” şeklinde olması gereklidir. Yani günümüzde olduğu gibi;“Çağı bilenler dini bilmemekte, dini bilenler de çağı bilmemektedir.”

Yukarıdan şu ana kadar anlatmaya çalıştığım olayın özeti; İnancın (dinin) Kalbimizdeki yeri farklı, beynimizdeki yeri farklı calışıyor. Kalbimizden en doğrusu, en güzeli geçsede, vicdanımız asla kabul etmesede, beynimiz farklı düşünüyor, dilimiz farklı söylüyor, elimiz daha farklı gidiyor birçok şeye. Dolayısıyla da hayatımızı cumhurdan, herkesten, hatta kendimizden bile! çok farklı yaşıyoruz. “Dini (islamı) kendi çıkarlarımızla değiştirip, kendi çıkarımıza göre yaşıyoruz.

Hoşgörülü olma, birlik ve beraberlik içinde yaşama, fikirlere saygı duyma gibi birçok meziyete karşı tarifsiz bir hıncımız mevcut. Hiç kimsenin kimseye tahammülü yok, dahası inanç içerisinde guruplaşan topluluklar bazı İslami (dini) olguları kendilerine göre yorumlayarak haramları helal gibi göstermeye çalışması, adam kayırmacılığı, benden değilse hiçbir yerde olmasın fikirlerinin hakim olduğunu görmek gerçekten geleceğimiz adına çok kaygı vericidir.

Bu gün ülkemizde makam sahibi olan kişiler adil olması gerekirken, hep bir yerleri işaret ederek insanlar arasında ayrımcılık yapılmasına neden olmaktadır.

Herkese ve her zümreye demokratik ve eşit davranması gereken yönetimler, bir gurubu işaret ederek eşit ve demokratik olmaktan uzak kalmaktadırlar. Haklarını kullanmak isteyenlerin hükümet yanlısı yada hükümet karşıtı vb. adla yaftalanması, Liyakat ve eğitimlerine bakılmadan makamlara sadece bir görüş ve sendikaya ait olduğu için getirilmesi vb. uygulamalardan dolayı yok edilen duygular ve kin ile oluşturulan karşıt guruplar için çözüm nasıl bulunacak?

Adalet önünde sucu sabitlenenler 2-3 ay sonrası cezadan sonra (suçu ispatlananlarda) adeta mükafatlandırılarak daha yüksek görevler verilmektedir. Bunun toplumda açacağı deformasyonu kim ortadan kaldıracak?” Bu topluma, huzur ve barış içinde yaşama fırsatı ne zaman verilecek?

Vatan ve milletin bekasını için kamu zararını yada diğer yolsuzlukları bildirilenler hep zulüm görmektedir. İdareleri tarafından anlamsız şekilde cezalar uygulanmakta ve insanlar tükenme noktasına getirilmiştir.

İnanç adına yönetime gelenler hep zulüm yapmakta ve insanlar artık kim ne hırsızlık yada yolsuzluk yaparsa yapsın görmedim, duymadım, bilmiyorum düşüncesine zorlanmaktadır.

Sözün kısası dinimizi Kur’anda belirtildiği gibi yaşamak yerine, yaşadığımız hayata göre islami ve dini yorumlamayı tercih ediyoruz. Her Din’in bir yaşam biçimi olduğu gibi her yaşam şeklinin de bir Din olabileceğini unutarak yaşıyoruz.

Böyle yaparak bizlerde, az bir menfaat için Tevratı ve İncili değiştirenleri taklit ve takip ediyoruz, hatta onlarla aynı çizgide buluşmak için vargücümüzle koşuyoruz.


Hiç yorum yok:

SEN